İzlekler için Sosyal Medya

ınspector clouseau

28 Eylül 2016 Çarşamba

İşe Alım Cinayetleri

Ancak bir aptal öylesine işe alım yapar. Ancak bir aptal cinayet işledikten sonra olay mahaline geri döner. Tanrı aşkına ne diyorsunuz siz kuzum?
Ölümcül, uzun vadede canınıza okuyacak hatalardan, işe alımla ilgili olanlardan bahsedelim mi?


  1. İşten ayrılan kişinin doppleganger'ını bulmaya çalışmak. Yani tıpa tıp aynısını bulmaya çabalamak. 
  2. İş tanımının yüzeysel olması, detaylandırılmaması, muğlaklık dolayısıyla zaman kaybı, mülakatta yaşananlardan dolayı prestij kaybı, işveren markasına etkisi bla bla bla. 
  3. Adayı değerlendirirken favori sorunuza en beğendiniz türden cevaplar vermesi(klişe, aynılaşma, vasatlık), halo etkisi, snop judgement falan. Yani diyorum ki tek soruya göre çıkarım yapma, adayın tarafını tutma, cevapları idealleştirme yetmezmiş gibi yetkinlikleri göz ardı etme. 
  4. Referans. Referans sorgusu yapılan şirket var, kredi kartı-risk durumuna kadar inceleyen şirket var, referansı hiç sallamayan şirket var. Sonuç bad hair day, bad reference. Unutmayın, İK'dan bilgi alınır, bağlı olduğu yöneticiden bilgi alınır, deneyimsizse üniversitedeki akademisyenlerinden falan bilgi alınır en azından 10 yıl önce öyleydi. Aday, aileden birini ya da arkadaşını referansları arasında gösterebiliyor. So işe alım maliyeti olarak size geri döner aklınız uçar. Aman diyorum. 
  5. İşe alma sürecini amatörlerin eline bırakmak. Sorry bro amatör ruh başka, amatörce  iş yapmak başka. PepsiCo işe alım sürecinde adayın olumsuz olması durumunda da telefonla geri bildirim yapıyor mesela. Neden işe alınmadığını aktarıyorlar, neden diğer aday seçilmiş.  Junior Recruiter da olsa geri bildirim veriyor ama bu işin nasıl yapılacağı konusuna hakim. 
  6. Tıpkı kendine benzeyen birini aramak. Değerlendiricinin saçmalaması, narsistliğe giden yol. 
  7. Üst yönetimdekilerin zayıf birilerini seçerek daha kolay yönetme sevdası, where is the challenge isimli Marmara Bölgesi yöresi türküsü sizler için geliyor. Bozlak falan seçmek isterdim ama acil uçağa binmem gerek. 



Vizyonu veren yönetim ekibine sahip, gözleri aşka gülen taze söğüt dalı kahramanınız,
Coco



23 Eylül 2016 Cuma

Ejderhanızı Nasıl Eğitirsiniz?

Bu bölümde Kariyer isimli ejderhanızı nasıl eğitebileceğinizi anlatacağım. Tünaydın sınıf, oturabilirsiniz.





Kariyerinizin bir bölümünün kontrolü sizde, bir bölümü dış etkenler ile şekilleniyor. Oran vereceğimi düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz ama sallasaydım 73-27 kuralı derdim sonra da bu fikri satmaya çalışırdım(hayır satmaya çalışmazdım).

Hangi okulda okuyup hangi bölümden mezun olacağınıza siz karar verdiniz, bu noktada aile büyükleriniz, okuldaki ve belki hazırlık kursundaki danışmanlarınız da yönlendirdi. Bazılarınız sırf bölüm adı havalı diye okudu, yerleştirmede en kötü senaryoya göre gittiniz... Velhasıl bir bölümden mezun olabilecek olduğunuzu kanıtladınız. Belki staj yaptınız, belki çalıştınız okurken biraz deneyim elde ettiniz. Bundan sonrası ne istediğinize bağlı olarak değişecek.
Hayaller vs. Hayatlar, klişe ama beklentiler, gerçekleşenler ve elinize verdiklerimiz de diyebilirdim.


Ben artık İK'yı sizlere anlatmaktan bıktım. Olm harika bir iş yapıyoruz, kafamız güzel, ben ve yakın birkaç arkadaşım daha da mükemmel olması için devam ediyoruz.
Kontrolü ele alma zamanı geldi, sizler artık yetişkinsiniz, farklı bir kimlikle hareket etmeniz, eylemlerinizin sorumluluğunu üstlenmeniz bekleniyor. İş hayatında sizi motive edebilirler, sırtınızı sıvazlayabilirler, yaptığınız hatayı kabul edebilirler ya da sizi yerin dibine sokabilirler. Her organizasyon hata yapmak için alan yaratan yöneticelere sahiptir diyemiyorum.
Hayal kurmaya devam, 5 yaşında ne olmak istiyordun, lisede ne olmak istiyordun, üniversitede ne olmak istiyordun, şu anda neredesin. Bunları otur, düşün, değerlendir. Tekli kariyer, uzmanlaşma falan tarih oldu, X kuşakları hafiften şakaklarına kar yağmış şekilde senior professional hayatlarına devam ediyor. Birçok konuda uzmanlaşabilir, farklı alanlarda çalışabilirsin. Her şeyi yapabilirsin, güç senin içinde demeyeceğim, birçok şeyi yapabilirsin %100 adanmışlığa hazır mısın, ne kadar ödün verebilirsin, bunları düşünmeni istiyorum. Ben senin tarafını tutuyorum.
Değişim konusunda tavrın nasıl? Değişebilir misin, değişime direnç gösterme konusunda ısrarcı mısın, acaba bunlar senin kariyerine olumlu/olumsuz ne gibi katkı sağlar(katkı sağlamak kalıbını cümle içinde kullanmak için ölüyordum, rahatladım).

Hangi alanda iyisin? Seni ne harekete geçirir? Motivasyonunu sağlayan noktalar neler, enerjini içeriden mi alıyorsun, dışarıdan mı geliyor?

Şu anda nerede olduğunu bir değerlendir bakalım. Bizim taraf kişilik envanteri kullanarak daha yakından tanımaya çalışır. İnsanları etkilemek mi istersin, ikna etmek, satış yapmak, bir fikri satmak, yaratıcı bir şeyler ortaya çıkarmak, nesnelerle mi aran iyi, mekanik vs., sahada olmak mı hoşuna gidiyor, yoksa plazada pineklemek mi, analizler konusunda mı iyisin, veriler, araştırma sonuçları? Farkındaysan burada senin için bazı şeyleri kolaylaştırmaya çalışıyorum.
Başarı tanımın ne? Gerçekçi misin? O şeyi başardığında senin için anlamı ne olacak?

STAR diye bir şey var, iş görüşmelerinde sıklıkla kullanılır.
Situation, başarılı durum neydi?
Task, görev neydi?
Action, eylem neydi? Sen ne yaptın?
Result, sonuç neydi?

Kurumsal firmalarda 360 derece değerlendirme kullanılır, bunu yapan bir organizasyonda değilseniz fikirlerine ve tarafsızlığına güvendiğiniz, iş yaptığınız kişilere çalışmalarınızı ve iş yapış şeklinizi sormayı deneyin. Yalnız sonuçları duyunca alınganlık yapmak yok.

Hedefler, hedefler, hedefler.

  1. SMART olsun, şekerli olsun, evet bu yöntemde de baş harfleri alıyoruz, hedeflerimizin spesifik, ölçülebilir, ulaşılabilir, gerçekçi, zamanlı olmasına bakabiliriz. Kısa ya da uzun vadeli hedefler olabilir bunlar. 
  2. Sonra bu hedefler için adım atın, aksiyon planı oluşturun, takip edin, yardım alın. 
  3. Değerlendirme Merkezinde falan ya da performans görüşmelerinde gelişim alanları ve güçlü alanlar çıkarılır. Bildiğimiz en primat halini yönetim dersinde lisansta vermişlerdi, ohooooooo 1000 yıl geçti üzerinden ama swot habire karşımıza çıkar. Öneri kısmında kişinin gelişim alanları hakkında yol gösterebilecek yollar belirlenir. Efendim şirket içerisinde rol model olarak gördüğü bir yönetici ile çalışsın, teknik eğitim alsın, mentorluk/mentörlük varsa koçluk, vay efendim yöneticisi tarafında grup içerisinde takdir edilsin, yeni projeler verilsin, abartsın büyüsün ve sponsorluk verilsin(bu noktada yetenek yönetimine geçtim, duruyorum o başka bir hikayenin konusu). Veya şirket dışından birini rol model alsın, sosyal medya hesaplarında takip etsin, varsa kitabını okusun, onunla çalışmak istiyorsa görüşme talebinde bulunsun. 
  4. Network yapın sorry sanki bana rock starsınız. 
  5. Asansör konuşmaları yapın. 
  6. Başarılarınızın kaydını tutun, şirkette görünmesini sağlayın. 
  7. Hedef piyasanızı tanımlayın, ücretinizi sabitleyin, sizi çalışırken minimum mutlu edecek rakam, psikolojik alt sınır önemli. Farklı bir havuç vermiyorlarsa eğer şu anda kazandığınız rakamın altında bir transfer sizi geriye götürebilir. 
  8. Kahve için, taşikardi için değil, sosyalleşmek için, başarılarınızı anlatmak, kendinizi hatırlatmak için. 
  9. Gülümseyin.


Mis gibi Ejderya oldunuz, sizinle gurur duyuyorum.
Gitmem lazım, redesigning a top performer's job olayı ile ilgilenmem lazım.

Always yours,

Coco

Yazının fon müziği: Pink Floyd- Hey You

22 Eylül 2016 Perşembe

Yapabileceğinin En İyisi Bu mu?





Bu yazıyı limit 0'dan Sonsuz'a giderken, içim kan ağlayarak yazıyorum. Yazının fon müziği Aşkın Nur Yengi'den.
Ben istiyorum ki kariyerlerimiz çarpışsın ama görüyorum ki sizde yok. Şaka şaka bende yok, biliyorsunuz benim bir kariyerim yok ya da kendimi kariyerimle tanımlamıyorum(ne büyük bir yalan).
Gece konuklarım vardı, hayvan gibi bir yemek yedik, yani içinde hayvan vardı. Hayata ve seyahata dair saçmalık dün bol bol. 9 günlük tatil sonrası işe dönüş, adaptasyon sorunu, her şeye şaşıran yeni müdür üzerine güzellemeler yani. Kültür farkları bir diğer başlıktı. Elbette işini savsaklama ve en iyisini üretme üzerine de cikledik. Velhasıl konuşmaktan yorgun düştüm(k).

Bu arada 2016 Eylül işsizlik rakamlarına bakalım dilerseniz, Disk'in sayfasından ulaşabilirsiniz.
İşsizlik %12,2
Son iki yıl içersinde yeni işsiz sayısı: 473.000
Geniş tanımlı işsiz sayısı: 6.000.000 +
Tarım dışı genç kadın işsiz oranı %28
Tarım dışı genç işsizliği oranı  %23

Böyle haller içerisindeyken yapabileceğinin en iyisi ne? Haydi bunun üzerine biraz düşün.
Ben de bu arada size Richard Nixon dönemi Dış İşleri Bakanı Henry Kissenger'in insanları çalıştırma ve en iyisini talep etme noktasındaki ustalığından bahsedeyim. Seversin sevmezsin umurumda değil, tanımıyor olman falan bana çok uzak. Bir gün personel şefi kendisine dış politikanın bir boyutu(x boyutu bu noktada konuyu bilmiyoruz classified) ile ilgili bir rapor sunar. Kissinger raporu alınca sadece şunu sorar:
-Yapabileceğinin en iyisi bu mu?
Personel şefi düşünür ve patronunun çalışmayı yeterince iyi bulmadığını düşündüğünden endişe eder, cevap verir:
-Sayın Kissenger, sanırım daha iyisini yapabilirim efendim der.
Fonda 60'lı 70'li yıllar olmasına rağmen - i believe i can fly çalıyordur ve sevgili Henry'nin personel şefi bu cümleyi İngilizce olarak söylüyordur bittabi. 
İki hafta sonra revize edilen raporla gelir adam, Kissinger bir hafta boyunca elinde tutar raporu ve bir not iliştirilmiş olarak geri sunar. Notta ne mi yazıyor:

-Yapabileceğinin en iyisinin bu olduğuna emin misin? --> bunun İngilizcesi.

Bir şeylerin eksik olduğunu düşünen personel şefi raporu tekrar yazar(muhtemelen ana avrat küfretmiyordur çünkü Türkçe bilmiyor). Bir hafta sonra tekrar gelir:
-Sayın Kissenger siz çok öpülebilir bir insan gibi görüyorsunuz sizi öpmek istiyyorroom der. Yok yok yok bu başka bir hikayenin konusu. Evet gelir ve der ki, Sıyın Kisincır, bu yapabileceğimin en iyisi.
Bunu duyan Kissenger durur mu yapıştırır cevabı:
-O zaman artık raporu okuyabilirim, benim beynim çöplük mü(tamam tamam çöplük kısmı yok, şaka yaptım).

Olm, İK'cılar bu kadar acı çekmişken siz daha neye hede hödö yapıyorsunuz? Kıl mısınız?

Yani diyor ki ne kadar çalıştığın önemli değil,
Az, öz İzzet Öz! İşini doğru yap, düzgün de olsun, işin senin imzan, neyi nasıl yaptığın bir süre sonra koridorlarda konuşulacak. Bunun yanında belirli bir standardın olsun ve özgürleş.

En iyilerine layık ve çalışanlarından yapabileceklerinin en iyisini talep eden kahramanınız,

Coco Perfect

18 Eylül 2016 Pazar

Neden Şişkosunuz?


Bu yazıyı yeşil çayınızı ya da bulutunuzu yudumlarken okuyunuz


Şişko demeyeceksin, duygusal yeme bozukluğu olan acılar çekmiş birey diyeceksin.
Koltukta yandakinin üzerine evrilen özel insan yavrusu diyeceksin.
Biraz kilolu sempatik birey de olur.
Yağlarla kaplanmış et parçası diyeceksin.
İnsülin direnci ile savaşan hatalı üretim diyeceksin.
Sedanter hayatın kölesi olmuş iradesiz diyeceksin.
Depresyon hırkası giymiş sonbahar melankoliği diyeceksin.

25 tane daha benzer cümle kurarım ama çok yorgunum. Şüşkoluk kaderiniz değil elbette, ben de küçükken şüşko değildim zaten, sonradan bi'şey oldu bir alamet geldi. Ama bu başka bir hikayenin konusu;

Neden kilo veremiyorsunuz?


  • Zihinsel bir kararlılık yok, bir adanmışlık, tekrar etme yoluyla pekiştirme ı-ıh yok.
  • Yeterince alarm zili çalmamış, göğüs kafesinde bir sıkışma, morbid obeze bağlı fonksiyon bozuklukları, taşikardi falan olmamış, ağzın burnun yamulmamış, deri değiştirmemişsinizdir belki.
  • Arkadaşlarınız da şüşkodur. Sosyal çevreniz nedeni ile kilo alıyorsunuzdur.
  • Partnerinizin bir tür fetişi vardır, kilolu insan sever ve besler, camoooooon bir sürü haber okuduk öyle. 
  • Motivasyon ve devamlılık sorunu. Çaba göstermeme.
  • Excuses yani diyor ki bahane göt gibidir herkeste bulunur. 
  • Büyük beden mağazaların yaygınlaşması, hayatın daha da kolay bir hale gelmesi, balina kıçınıza göre elbise dikecek kişisel terzinizin olması. 
  • Fiziğinizle değil zekanızla gündeme gelmek istemeniz ama IQ skorunuzun Türkiye ortalamasının altında olması, bir nevi şuursuzluk hali. 
  • Çok fazla yaşamak istememek.
  • İnsanların sizi beğenmesini istememek, saklanmak için kiloyu kullanmak. OoooooooOOoooooo ağır saçmalamak. 
  • Aşırı stres yüklü ve iyi planlanamayan iş hayatı, mobbinge maruz kalma, duygusal şiddet uygulanması, ailevi saçmalıklar. 
  • Yanlış beslenme, alerji ve intolerans durumlarının bilinmemesi. 
  • Aşkın bitmesi.
  • İşlenmiş gıdalar. 
  • Kilolar lens. 



Elbette kilo nedeniyle işe alınmayan bir çok insan var kimi bunu bilir, kimi bilmez. Bu noktada kimse bu yazının iş hayatı ile ilgili olmadığını iddia edemez. Şekilci birer pislik olan insanlarla yaşıyorsunuz. Eski şirketteki morbid obez Eser, mide kelepçesi taktırmış şu anda finansın tozunu attırıyormuş, alın size dedikodu.

Unutmayın kilo vermek bir başarı değildir, başarısızlıktır, olm o kiloları alırken aklınız neredeydi? Ben size komando olamazsınız demiyorum. Verirsiniz yani. Açın Dünya Sağlık Örgütü raporlarını okuyun.

Yaşam Koçunuz ve %12 yağ oranlı Prensesiniz,

Coconut

Yazının fon müziği elbette Queen'den.

16 Eylül 2016 Cuma

Sınır Tanımayan İK'cılar






Bu yazımı gelişeme açıklara, şirkete kendini adayanlara, zirve amelesi olarak gezenlere, dönüşte Anadolu'nun nadide yerlerinde İK yapmaya çalışanlara adıyorum.
Anadolu dediğimiz şey biliyorsunuz İstanbul dışındaki her yer.
Ankara ve İzmir'de İK yapılıyor şeklinde dedikodular var, gülmeniz bittiyse devam ediyorum. Elbette danışmanlık yaparsınız onu şimdilik park ediyor ve daha sakin bir görünüşe ulaşmanız adına bir kutuya kilitliyor veeeee ambara atıyorum. Komik olmayın. Şaka şaka Sınır Tanımayan İK'cılar sizlersiniz.

İK çok rerörerörerö çıkışı yıl 2016 olmasına rağmen devam ediyor. Bir defasında ne iş yaptığımı anlatmak için çok özel bir topluluk içerisinde yönetici seviyesinde bir dostuma "tırnak içinde söylüyorum, senin pozisyonunda çalışan bir kişinin terfi edip etmeyeceğine karar veriyorum, hımmm evet şut da var" demiştim. İşimizin bir bölümü de farklı görüşte ve anlayışsızlıktaki vasat modellere, anlayacağı iletişim kanalını kullanarak kendimi(zi) ve işimi(zi) anlatmak. Basit, iyidir.
Sakin bebeğim. Atomu parçalamıyoruz ama elimdeki kişilik envanteri senin takım içindeki oyunculuğundan tut, liderlik, execution, satış profiline kadar ne kadar ıvır zıvır bilgi varsa veriyor. Değerlendirme Merkezi, simülasyon, solüsyon ve çekomastik de yararlandığımız diğer enstrümanlar.

Unutma, İK'cı sadece işe almak, işten çıkarma işlemlerini tamamlamak, işveren markası faaliyeti yürütmek ve mesela şirketin görünen yüzü, vitrini olmak demek değil.

Sen hiç pozisyon kapama baskısı altında kalmadın, zımbasız çalışmadın, masasız çalışmadın, gece 12'de direktör arayıp nerede bizim aday sorusu sormadı,  or gece restaurantta mülakat yapman istenmedi, yanlış işe alım maliyetini denyo bir direktöre açıklamak durumunda kalmadın, işe alınmayacağını öğrenen adayla konuşmak zorunda kalmadın/bölge müdürünün asistanının çaycıyla dedikodu yapması sonucu olmuştu, yanlış ilan veren şubeler yüzünden dava süreci başlatmadın.

YK kararı nedeniyle belki bir denetim sonrası küçülme kararı çıkmıştır ve senin haberin yoktur-toplu işten çıkartma yapmadın. İşletmenin yararı için, maksimum fayda, minimum hasar için bu işi profesyonellerin yapması gerektiğini bilmiyorsundur belki de. Yetenek süreci başlatıp, sürecin ortasında fonksiyon müdürleri ve süreç sahipleri tarafından sırtında bıçaklanmadın. Geri bildirim vermeye utandıkları ve çalışanlarla yüzleşmeye cesaretleri olmadığı için "tamamen İK'nın kararı" açıklamasını pişkin bir şekilde yapan yöneticilerle çalışmadın mesela. Sonra gelişim alanı raporu sununca yüzüne bön bön baktılar.
147 gün olan pozisyon kapamanın 2. gününde acil diye mesajlar almadın. Ama çok acil. %149 turnover ile çalışmadın. Holdingin 2 şirketini kapatmadın, sendika sürecini yönetmedin. Çalışanlardan biri öldü mesela mesajını yayınlamadın.
Minnoş minnoş İK'nı yapıyorsun sen, kuralına uygun hatta ve hatta kitabına uygun, master planın var, İK stratejik ortak hatta stratejik derinlik, bütçe Allahuekber Dağları civarında. Yönetici kaprisine maruz bırakılabilirsin. İşte bu tam da annesi arkeolog, babası kimya mühendisi bir kahramana göre bir iş. Yönetici denen radyasyon yayan varlık.
Senden duyduğunu çarpıtarak tüm şirkete anlatan hikayeci orta seviye beyaz yaka olabilir. Daha neler neler ama o başka bir hikayenin konusu.

Sokakta İK'cı, mutfakta İK'cı, yatakta İK'cı. İşte şimdi s.çtınız. 

Bu işi sevdiğimiz için yaptığımızı unutuyor olabilir misin beyaz yakalı? En azından ben ve en yakın arkadaşlarım öyle. Evet yakın arkadaşlarımın bazıları İK'cı ama İK'cıdan sevgili olmaz bunu unutma. Kötü performans şakaları falan. Zamanda geriye gidelim, lisans 1. sınıf, Profesör soruyor mezun olunca ne olacaksınız, Ebru diye bir kız var motor olacağım ben diyor, bir diğeri akademisyen bana geliyor sıra İK diyorum aşırı süper İstanbul aksanımla. Ne istediğini bilmek önemli.

Önümüzdeki yıl İK olarak yine yetenek, mutluluk ekseninde gezineceğiz, bazıları işveren markası diyecek, bazı fosiller yine Y Kuşağı diyecek, btw şu Finansbank Hakan Bey bu sene 2 organizasyon programında karşıma çıktı, lanet olsun dostum aşırı mutsuzum hiç şaşırtmayan ve ilham vermeyen sunumlar yapacak. Sınır tanımayacak ve oturumun sonuna kadar kalacağım, 2016 KPI'larından biri de bu, karadelik olup içe doğru çökeceğim...
Hiçbir şey anlatmayıp çok şey anlatmış gibi yazılar yazabiliriz bu yıl, harika bir projeyi tamamlayabiliriz. Hindistan'a gidip bir köye su getirilmesi için koşmadık, o nedenle aramızdan bu tip bir hikaye anlatan yok. Türkiye'de de bunu yapmadık henüz. Aslında ülkede İK yapmak başlı başına bir sınır tanımama durumu, HAHAHAHAHHAHAHAHAHHAHAHAHAHAHA çok kişisel bir şaka yaptım. Gök Tanrı affetsin.

Diğer sınır tanımayanlar maratona katılacak, bir yardım fonu için toplantı organize edecek, bir diğeri adayların tümüne otomatik mail gönderdiği için ödül alacak, bir diğeri nokta atışı işe yerleştirme yapacak, mutluluk dağıtacağız, bir diğeri çalışanların çekmecelerine mandalina koyacak. Acayip sınır tanımayan işler yapacağız. Şair burada kendisini daha da zorlaması gerektiğini, anlam arayışını ve 762 gündür işe alım yapmadığını anlatıyor aslında. Ellerde titreme, gözde seğirme, çenede hafif bir tik... Son kitabım Zombi İK ile tüm şarküterilerde olacağım günü bekliyorum.

İşte geldik bir yazının daha sonuna. Gökten 3 elma düşmüş hem de kırmızı.

Border Müfettişiniz Coco,
Sevgilerimle


Yazının fon müziği Kanlıca sabahında gün doğarken iyi gidiyor; Noa & Mira Awad- A Word




10 Eylül 2016 Cumartesi

Mutluluk Peşinden Koşulması Gereken Bir Şey mi?





Mutluluğun peşinden koşmaya devam mı?
Mutluluk içinde mi?
Sen çemberin içinde misin?
Ne mutluluğu?
Mutluluk.
8 harf, 3 hece, olmak zorundaymışız gibi sürekli pompalanan ruh hali.
Daha çok hoşnut olmak, memnun olmak, huzur içinde mevcut hali sürdürmek de mümkün tabi.
Mutlu olalım, biz mutlu olunca diğerleri de mutlu olsun, başkaları bizim yüzümüzden mutlu olsun, hatta onların mutluluğunun kaynağı olalım mı tatlı çocuq?

Yıllar boyunca kendimiz için yaşadığımız söylendi, kararlarımızı kendimiz alıyorduk, önemliydik, aslandık biz hatta kaplandık. Halinizden memnunsanız o ruh hali içerisinde kalmayı tercih edebilirisiniz, bir melankoli durumu içerisinde salınma.

Günaydın, bu sabah biraz uyudum, 07:05'te uyandım. Üzerimi giyinip yürüyüşe gitmemek için direniyordum, web'de gezinip dizi izledim. 07:50 itibariyle ayaktaydım, alt kata indim, koruyucuları sürdüm, bandı taktım saçıma, kafamda gözlük, kulaklıklar hazır, mmmh arabanın anahtarını almayı unutma.

Sürekli aynı şeyleri yapmaktan sıkılan kahramanınız her gün değişik bir mekanda yürüyüşlerini yapmaya çalışıyor. Bu sefer evin yakınlarındaki parkura gittim, kimsecikler yok, İstanbul tenha, parkurda in, cin ve ben varım, 30. dakikanın sonunda bir tip geliyor, 2 kişi olmak istemiyorum, hayır yani yani ne var uyusan sen de? Önden önden gidiyor, arada şınav çekip koşmaya devam ediyor. Müzik dinliyorum, her türden karışık sadece arabesk yok bu sabah.

Yokuştan yukarı çıkarken yollarımız çakışıyor. Anlık bir bakış, tanıdık bir sima, Suat?? Oha, Suat, 1000 yıl oldu görüşmeyeli. Aklıma Tayga geliyor hemen, Tayga geçtiğimiz aylarda hayatına son verdi. Şık bir şekilde anlatıyorum, intihar etti hem de dramatik bir şekilde demek istemiyorum, tek kurşunla, hem de kalbine demiyorum, aptal bir SM mesajı ile demiyorum, görünce şoka girdim. Çok eğlendiğim bir andı, bildirimlere baktım demiyorum, gülerken birden suratımın değişmesi ile yanımdakilerin iyi imisin diye sormaları, gözlerimden gelen anlamsızca sular. Sanırım beklemiyordum, 30'larda olunca insan yine de kendini genç hissediyor. Daha yaşamalısın yani birkaç 10 yıl daha var diye düşünüyorsun. Derin bir keder kaplıyor içimi.
Biz Tayga ile ilkokulda aynı sınıftaydık, 5 yaşımdan beri tanıyordum yani, 1 yaş büyüktü benden, rakiptik(ilkokul-rekabet-nemesis). Ben insanlarla yarışmaktan hoşlanmam, ancak onunla yarışmak keyifliydi. 1ve 2 numaraydık, elbette 1 numara kim diye sormayacaksınız. Ülkenin o zamanlarda gettolarına verildiğini düşündüğüm enteresan bir belge vermişlerdi özel başarılarımızdan ötürü. Bir anı; okuma yarışması yapılıyor, zamanı belirleyen kişi o, 1 dakikada en çok kelime okuyan... Testlerde önde olan, koşuda birinci olan.
Annesi biz ilkokuldayken öldü, kanserden kaybettik. Neşeliydi yine de çoğu zaman, elbette bu kayba dair bir zırhı vardı.
Tipini tarif edeyim, hani böyle yakışıklı zenci gençler var ya hah onlardan. Orta okul ve lise ayrı o zamanlar, ben diğerlerinden ayrılıyorum ülkenin en eğlenceli okuluna gidiyorum, 5,5 yıl süren başka bir macera. Üniversite hazırlık kursunda bir gün yemeğe çıkıyoruz, ben o zamanlar Doa ile birlikteyim, restaurantın kapısından bu giriyor, şaşkınlık, sarılıyoruz, naber-neler oluyor-ne istiyorsun. Derin bir sohbet, eğlenceli, Doa geri zekalısı kıskanıyor.
Lisans zamanı birkaç kez görüşüyoruz, o zamanlarda bolca dinlediğimiz şarkıyı dinleyerek analım kendisini. Buyursunlar
Daha sonraki yıllar genelde koşu yaparken karşılaşıyoruz, bir keresinde de ben sağlık raporu alıyorum yeni işe başlayacağım klinikten çıkarken yoluma çıkıyor, dev gibi olduğu için boynumu göğe doğru uzatıyorum. Bunun gibi bir sürü hikaye. Danışmanlık yapıyordu, istediği bir bölümden mezun oldu, insanlara yardım ediyordu, dağlarda gezmeyi, Karadeniz turlarını, kayağı severdi, çılgınlar gibi tırmanırdı.
-Tayga'yı kaybettik.
Sümüklü Suat!!!! Çok iyi bir ressamdır, bilişimci şimdilerde ama hep Sümüklü Suat ve kötü haber veren Suat. Biliyorum ve çok üzgünüm, şoke oldum diye tamamlıyorum cümlesini. O gün 11'e kadar beraberdik, mesajlaşmıştık falan dedi. Ne söyleyeceğimi pek bilmiyorum, anlamsız gelen anlardan biriydi, Suat anlatmaya devam ediyordu, yoğunluğu bittiği zamanlarda sıkılıyordu, yaz da istediği gibi geçmedi. Dayanamıyorum diyordu artık dedi, ikna etmeye çalıştık daha önce... Ne garip değil mi, dışarıdan bakıyorsun her şey yolunda maskeleri takılmış, içeriden bakıyorsun daha fazla yaşamak istemiyorum.

Hayattaki tek nemesis'ini kaybettiğini düşün, ilkokul seviyesi villain dostunu kaybettiğini düşün, 90'larda cumartesi öğleden sonrası dershane sınıfını, güneşin perdededen usulca süzülüşünü onu geometri sorusu kasarken senin sırada uyuklamanı düşün. Anlamlı hale gelmesini istiyordum, neden yaptı bunu, çocukluğumla vedalaşmak istemiyordum belki de.
Yaklaşık 3 gün ağladım, intihar eden insanlara bakışım belli, doğal seleksiyon, bir de kurtarmaya çalıştıklarım vardı,  ÖSS hazırlık kursunda Zuhal, üniversitede Güneş... liste uzar gider. Uzun süredir hayatım huzurlu gidiyordu. Mehmet Pişkin'in olayını hatırlarsınız, pazartesi günü toplantımız olacaktı, yerine ekibinden biri geldi, toplantı boyunca ağladı haliyle, yıkımın boyutu çok büyüktü.
Acaba gittikleri yerde mutlular mı? Kimin umurunda, burada mutlu olmadıkları aşikar.


Bu kadar çok insanı tanıdığıma mı yanayım, onların kayıpları ile kalbimin acımasına mı bilemiyorum. İnsanların ardından yazdıklarına mı, anılar biriktirmiş olmamıza mı?
Mutluluk? Elbette mutluyum, bir daha okumayacağım dediğim Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi kitabında dediği gibi belki de "Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum". Onur ile konuştum, zaten ne zaman biri ölse ona söylüyorum, adam bana terfi ettim diye telefon açıyor, çok sevindim canım, kuzenim öldü benim de diye cevap verip bütün sevincini 0 seviyesine indirebiliyorum. Cenazelerimizin gözyaşı Onur, halaylarımızın başı Onur.

Sokaktan akordeon sesi geliyor, çocuklar şarkı söylüyor, karşı komşunun papağanı sonsuza kadar susmamacasına konuşuyor, mutluluk belki bir bardak süttür. İş yerinde mutluluk deyip çıkar çatışması yaşamınıza neden olmayacağım. Şükret moruk, buen vivir.

Unutma Sevgili İzlek; Dağların, nehirlerin ve okyanusların da hakları vardır. 

Mutluluk Bakanınız,

Andre Coco Maya de Medina Zurita


Yazının fon müziği Felek için gelsin; Cem Karaca- O Leyli


5 Eylül 2016 Pazartesi

People Make The Brand

Hello İzlekler, 
Marka severler, İşveren Markası bilenler, hikaye dinlemeyi sevenler, bir de attan düşenler. 
Yılın en beklenen organizasyonlarından biri yaklaşıyor. Siz de gelmez miydiniz?







3 Eylül 2016 Cumartesi

Para Vermese de Çalışılacak Şirketler


googleladım


Hayır hayır övdüğünüz şirketlerden bahsetmiyorum. Kariyer bebeğim.
Kabak çorbası içtim, ilaçlarımı aldım, havalı bir inhaler'ım(soluk aldırma cihazı) var, doğru düzgün kullanamıyorum ama olsun bronşiti geçsin diye astım ilacı kullandırılan bir süper kahramanım. Gerçi tüm sonuçları haftaya alacağım 8000 tane test yapıldı, şans dileyin. Konumuza dönelim, tüm projektörleri kendime çevirmeyi sevdiğimi biliyorsunuz.
Çalışmayı hayal ettiğiniz, bünyesinde takılmak, sahasında salınmak, plazasında elinizde karton kahve bardağınızla hava atmak istediğiniz rüya şirketiniz hangisi?

Gönül bağı ile bağlı olabilirsiniz, logosunun hastası olabilirsiniz, ürettiği her ürünü gözü kapalı, soluksuz bir şekilde övebilirsiniz, bu tip sığırca şeylerden bahsediyorum elbette.
Aileniz yaşadığınız hayat tarzınızı destekliyordur mesela(faturaları siz ödemiyorsunuz), yeriniz belli olsun diye işe gidiyorsunuzdur ya da prestijli bir üniversiteden mezun olmuşsunuzdur oooooorrrrrrrr yetenekleriniz nedeni ile peşinizden koşuluyordur.
Sempati beslediğim, spor olsun diye görüşmeye gideceğim şirketler var elbette lakin ki, fakat teknik bir  sorun nedeniyle paylaşamıyorum.
Şimdi size ödev, düşünün bakalım; tutku mu, ait olma hissi mi, havalı olma isteği mi, mutluluk dediğimiz şey mi, huzurlu hissetmek mi, neden o şirkette çalışmak istiyorsunuz?
Neden o şirket, bina yüzünden mi, yabancı menşeli olması mı, eski sevgiliniz mi o şirkette. Sonra sıralayın çalışmayı isteyeceğiniz 13 şirketi. Daha sonra da başvuru yapın, neden orada çalışamayasınız ki, engel nedir? Engel sizsiniz, engelsizsiniz hah bir de unutmadan açık pozisyon olmayabilir, onun için  vakti zamanından bir işe alım tanrısı olan ben bile bir şey yapamayabilirim. Neden mi 13 şirket, bir sonrakine geçebilesiniz diye. Beni işe almıyorlar diye bir sızlanmayı kabul edemem, yeterince odaklandığınıza ya da hedefinizi iyi belirlediğinize emin misiniz?

Neden "O" şirket:


  • Hangi sektörde faaliyet gösteriyor? 
  • Cv'nizde yer aldığında prestijiniz mi artacak?
  • Bilginiz ya da uzmanlığınız mı artacak?
  • Burada kalırsanız mı, yoksa sonraki adımda mı daha çok kazanacaksınız?
  • Mevcuttaki işin rutine bindiyse, seni zorlamıyorsa diyebilirim.Yeni başarılara imza atmak istiyorsan.
  • Daha primat seviyede bir istek sıralayalım, yöneticinize ve / veya patronunuza uyuz olmaya mı başladınız? Eh, peki, ona da tamam. Aynı yöne bakmıyor, mantıklı çözümleri onaylamıyor, yeteneğinizi köreltiyor olabilirler. 
  • Hayatınızın koccaamaaannnnn bir değişiklik söz konusu, evlilik, nişanlılık, çocuk, aileden birinin başına bir şey gelmesi, mesela elim bir kazada kaşlarını kaybetmiş gibi... İş-yaşam dengesi diyorum akıllım. 
  • İşinizin sizin güçü yönlerinize değil, gelişmesi gereken alanlarınıza odaklanması ve o noktada bi'şey olması, bi'alamet gelmesi. 
  • Yeni ufuklara, yeni bir kariyere, yeni bir etikete hazırsınız. O zaman önünüzde dağlar duramaz. 


Unutmayınız, İK'cı sizin düşmanınız, şirkete girişte aşılması gereken bir engel değil. Mihmandar olarak düşünün, yolculuğunuz sırasında, keşif tecrübenizde, mavi gezegendeki uzay maceranızda birlikte salınacağınız bir profesyonel. Camooon bir liste yapacağımı düşünmediniz sanırım, burada olayımız hayallerinize 1 adım daha yaklaşmanız, motivasyon, korelasyon falan. Uzun süreli stajlara pembe gözlüklerle baktığınız günler dilerim.

Aman da aman minnoş uzaylınız,

Coco from the 3rd Rock

Yazının fon müziğini unuttum sanıyorsunuz değil mi, evet unuttum çünkü burnum anlamsız bir şekilde akıyor. Allerjik bünyeler için gelsin; Mavi Sakal- Ben Kimleyim

1 Eylül 2016 Perşembe

Beyaz Yakalıya Tavsiyeler






Uyandım. Paşabahçe sahilde yürüdükten sonra, sabah yürüyüşü diyorum akıllım, saat 6'da yani, Boğaz'ın rüzgarı ile eşek tepmişe döndüm ve eve geldim. Yazışmalar birkaç telefon görüşmesi derken Aylin aradı. Psikolog olan hatırlarsın, yeni bir projeye başlıyormuş, Çengelköy'de olan olaylar ile ilgili, detayları gelince konuşacağız. Evde hiç çikolata yok ve kahve içmeye geliyor omen tanrım!!!

Yağmur başladığında geliyor, o gelmeden ortalığı biraz topluyorum, aşağıya inip bir tablo alıyorum, zira tablo onu bekliyor, meğer ona yapılmış. Evi gezmek istiyor, en son 6 yıl önce geldi, evcilik oynuyoruz, resimlere bakıyor, magnetlere, kitaplara. Sonra bir gün batımının olduğu tabloyu görüyor, bunu yanımıza alalım kahve içerken izleriz diyor. Alalım tabi, geçiyoruz balkona, uğultulu tepelerde oturduğumdan balkonda bir fırtına var, uçmayacak şekilde tabloyu yerleştiriyoruz, sanata bu kadar aşık, tablo  izlerken bu kadar iştahlı olan bir arkadaşım yok. 
1998'den beri arkadaşım, çok zeki, pragmatik, derin travmalar geçirmiş durumda, iyi toparladı, çıldırdığını iddia ediyor o konuda şüphelerim var sorgulamıyorum. Karşısındaki resmin bir duyguyu anlattığını, bir tarzının olduğunu falan anlatıyor bana, ben neden göremiyorum bilmiyorum, o resmi ben yaptım, sanırım biraz bozuğum. 
Tablo senin diyorum, omg bu nasıl bir coşku, uzun süredir böyle bir mutluluğa neden olmamışım gibi geliyor, aslında mesleki açıdan da oldum ama bu değişik. Takdir edilmek hoşuma gidiyor, kabul. Derin bir sohbete dalıyoruz, efsane bir hoca ile çalışıyormuş, alanındaki başarıları ve yeni araştırmalarını anlatıyor, uzun süredir yüz yüze görüşmediğimizden ne kadar özlediğimin farkına varıyorum. En son onun boşanması, Atlas'ın boşanma konusunda bizi yönlendirmesi ve benim Lucas maceralarım nedeni ile bir araya gelmişiz, ohannes. Ben de obsesyon var bunu çerçeveletemem, duvara çivi çakamayız diyor, çözüm olarak ona duvara bantla yapıştırdığım Cuba tablolarını gösteriyorum. Hı-hı çözüm odaklı yaklaştım gayz. 
Projeyi soruyor yönetici profilleri, zorlukları falan konuşuyoruz, blogu görmek istiyor ve onun isteği ile bu yazıyı yazıyorum, istek parça geldi. 

Bir yerde okumuş çok bilimsel, yöneticiler üst düzey olanlar, ekiplerine dahil olmasını istedikleri yönetici adaylarında şu tip özellikler arıyormuş;
  • Stratejik düşünme yeteneği, saf zeka istiyormuş. 
  • Doğru kişileri doğru işlere yerleştirme becerisi de istiyormuş. 
  • Ben de durur muyum yapıştırıyorum, iletişim peki? İyi bir dinleyici olma falan var mı? Varmış Sevgili İzlek, o da varmış. 
  • Alanında uzman, bilgi sahibi, sayısal yetenekleri olan birini ya da birilerini istiyorlarmış.
  • Israrcı, sadece bir takipçi değil gerekirse çemkirebilecek, direnç gösterecek olması da bekleniyormuş. 
  • Dürüstlük, açıklık, netlik, güvenilirlik var.
  • Sonuç odaklılık, performans, çözüm odaklılık ve tahta, evet. 
  • İyimserlik. Kocaman bir iyimserlik. Umut iyi bir şey tabii. 15 Temmuz sonrasına soruyor, mutsuz olduğumu söylüyorum, aslında merak ettiği bende bir travma yaratıp yaratmadığı. Bireysel olarak bana yardımcı olamaz çünkü duygusal olarak dahil olabilir konuya. Ona bir arkadaşımın bu olaylar sonunda burn out olduğunu anlatıyorum, psikoloji alanında çalışan bir arkadaşım, anlayabildiğini söylüyor. Sahi, siz olaylardan sonra toparlayabildiniz değil mi? Sizin adınıza çok seviniyorum Sevgili İzlek, kalp kalp kalp.
  • So son olarak kendinize sadık olmak, diğerlerine sadık olmak--> SAHİCİLİK, kazandırır. Çift taraflı bir beklenti var burada hem yönetici hem de yönetici adayı tarafından beklenen bir konu. 
 Benim kişisel tavsiyem ya da önerilerim diyeyim;

  1. Amacınız ne iyice bir netleştirin, olmadı kaynayan suya tuz atın amaçlarınızı bir de orada kaynatın ve tekrar bakın. 
  2. Güçlü olduğunuz ve zayıf olduğunuz yönlere bakın, aynaya bakmadan kaçın, şaka şaka. Bakın bakalım sizi motive edebilecek potansiyel olaylar ne olurdu?
  3. Güvenilir bir insan olmaya çalışın. Size güvenmeyen insanlara liderlik yapmaya çalıştığınızda Brütüs'ü hatırlayınız, bıçaklayacaklar sizi. E tu Brute???
  4. Sizi tanımalarına izin verin, siz de onları tanıyın. 
  5. Görünür olun, asansörde sizi gördüklerinde de korkmasınlar, medeniyetin gerektirdiği derecede selamlaşabilsinler. 
  6. Bir yetişkin olduğunuz için insanlara saygılı davranmayı deneyin ve bu kimliğinizin bir parçası haline gelsin. 
  7. Hatalarınızı kucaklayabilin.
  8. Ulaşılabilir olun. 
  9. Rol modeli olun, imam osurursa beyaz yakalı kesin s.çar.

Veeeeeeee, bana ayrılan sürenin sonuna geldik, kuaföre gitmem ve makyaj yaptırmam lazım akima eski yöneticimle yemek yiyeceğim. Reddedemeyeceğim bir teklif yaparsa size anlatırım merak etmeyin. Keşke ideal bir dünyada yaşasaydık ben de belediye başkanınız olsaydım ya. Negzel olurdu. 

Tablosunu da alıp gidiyor Aylin, pencereden beni izle diyor giderken, bakıyorum. Elinde tablo bağırıyor yukarıya doğru, GÜN IŞIĞINDA DAHA İYİ GÖRÜNÜYOR DEĞİL Mİ!!!!!!!!
Evet, elbette. 


Yazının fon müziği; Santana feat. Joss Stone ve Sean Paul'dan gelsin, o zamanlar gencim tabii aslanın boyu bu kadar - Cry Baby Cry