İzlekler için Sosyal Medya

ınspector clouseau

15 Mart 2016 Salı

Göç

İleride bir gün o yıllardan bahsederken;

İnsanlar savaştan kaçıp ülkemize sığınmışlardı ve biz bir diğer yandan Taksim'de gezen Araplardan şikayet ediyorduk çünkü yanlarında 4 ya da 5 karısı ile komün halinde geziyorlardı ve saç ektiriyorlar, kafalarında iğrenç bantlarla geziyorlardı, bağıra çağıra konuşup, bizi ittirerek yürüyorlardı falan diyecektik. Aslında sorsan hiçbirimiz ırkçı değildik, hatta insan kaynaklarında çalışıyorduk, olur mu öyle şey... 
Bölge esnafına sorarsan bu gelen turistler nakit akışına fayda sağlıyor, piyasada para dönüyordu, bir alışverişte 5K minimum harcıyorlardı, o yüzden gelsindiler... Bunun yanında insan taklidi yapan İzmirli bir esnaf ise Suriyeli bir çocuğu kovalıyor, bir güvenlik kamerası kayıtlarını izlerken çocuğu kollarından yakalayıp yere fırlatmasını dehşet içeren duygularla izliyordum, sonrasında olayı gören birkaç adamın esnafın üzerine yürümesi ile en azından hala sağduyu var diye seviniyordum. 

İstanbul'da evden çıktığınız ve işe gittiğiniz o süre içerisinde kullandığınız toplu taşıma araç sayısı, bağlantı yolları, geçtiğiniz alt geçit, turnike sayısına bağlı olarak minimum karşılaşacağınız dilenci /dilenen insan sayısını belirlersiniz. Levent ışıklarında beklerken yanınızda ufak çocuklar müzik yapar, şirinlik yapar, bazılar kağıt taşır, bazıları kağıt toplar. Aslında insanlığından utanman, vicdanınla yüzleşmen için çok fırsat verir hayat sana. Her sabah mesela, yeni normaline alışmaya çalışırken "Empati yapıp öleyim mi, sığ bir insan olup yüzeysellik denizinde boğulayım mı?" diye düşünürsün. Kaçış eğilimi hep var, görmezden gelme, bilmiyor gibi yapma. 

Sınır ötesi yardım kuruluşuna katılsam bir kahraman olur muyum? Afrika'da suyu olmayan bir köye 8 km. uzaktan su taşıyan bir kadının ilgi çekmek adına bir yürüyüşe katılması bile fark yaratıyor diye düşünebilir ve sonra hızla bu bilgiyi beyninin arkasında bir yerlere atabilirsin aslında.

Sonra istatistikler akıyordu, bu yıl 55K çocuk dünyaya gözlerini açıyordu. Danışmanlığını yaptığım 3 ayrı firmada mülteciler için yapılan uygulamaları dinliyordum yaptığım görüşmelerde. Bir defasında çaylarını şekerle demlediklerini öğrendim, bu bilgi gerçek hayatta işime yaramayacaktı belki de... Bu insanlar ilk geldiklerinde neler yaşadılar, nasıl barındılar, ne yediler, nasıl şehirlere kaçtılar, nasıl dilenci oldular, kimisi Ege'de boğuldu, Mersin'de ve civarında olanlar vergi muafiyeti ile işyeri açtı mesela, sonra kadınlar tarafından dolandırılan evlenmek isteyen Türk erkeklerini haberlerde izledik. 

Sonra oy hakları oldu, sonra mesela benim komşum olmadıkları halde aynı apartmanda yaşıyor gözüktük, yetmez gibi benim evimde başka bir kadın oturuyor göründü, oy kullanamadım, sonra o seçim sonuçları yetmedi bir seçim daha yapıldı, belki Müşerref denen o zebani kadını bulamamıştım ama en azından benim evimde oturmadığını ispatlamıştım. Aynı zamanda bina içerisinde yabancı uyruklu komşu da yoktu. Sonra okullarda sınava girmeden okuyabilmeleri konusu çıktı, ona da itiraz vardı, istedikleri bölümlerde okuyabiliyorlardı, eğitimli olanları Avrupa'ya kaçmış, amelasyon takımı bize kalmıştı, bunun için de isyan ediliyordu. 

Birleşmiş Milletler raporuna göre, savaş öncesi 24,5 milyon kişiden 17,9 milyon kişinin Suriye'de kalmıştı.  

Komikti, yaratılanı yaratandan ötürü falan seviyorlardı sözde. Çocuklara tecavüz ediliyordu eğitim kurumlarında, şehirlere bombalar yağıyordu, biz sistematik olarak her ay bir bomba nedeniyle ölenler için yas tutup, zirvelerde saygı duruşunda bulunuyor, sosyal medyada içimizdekileri kusuyorduk. 

Lanetmatik diye bir şey olsa, en son rakamına kadar biz kullanacaktık, bürokratlarımız bu konuda çok yetkindi, olaydan hemen sonra bir lanet okumaya başlıyorlardı, bir sonraki patlamaya kadar devam ediyordu. Bir sonraki kötü haberde sırayla tekrar lanetler yapmaya başlıyordu ama görmelisin. Lanet bir para birimi ya da paraya çevrilebilen bir ürün olsa değil buradan Mars'a evrenin henüz keşfedemediğimiz galaksilerinden birine hem gider hem de orada yeni bir ülke kurardık. Adı da "Türkiye Değil Cumhuriyeti" olurdu, evet ada fikri ilham verdi bana. 
Yani zor günlerdi, sağlıklı bir insanın katlanmakta zorlandığı, tahammül edemediği, ilk gençlik yıllarını mutlu mesut, suya sabuna dokunmadan rahat geçirdiği olgunluğa doğru giderken akıl sağlığını korumakta zorlandığı günler. Arkadaşlarının teker teker güvendeyim butonlarını kullandığı, Ferhat Göçer'in konserinin dinlenmediği günler. Hayatın bir şekilde devam ettiği ve zorla da olsa bir anlamı olmalı diye umut ettiğin günler. 
Sonra kendime neden İspanya'ya gitmedin, haydi oraya gitmedin peki ya Canada'ya niye gitmedin diye sorduğum günler de olmadı değil. Bu kibarlıkla oralarda survive ederdim. 
Bugün ilk kez İstanbul trafiğini kilitlediler, şüpheli bir araç nedeniyle, ben daha önce görmemiştim çift taraflı trafik akışının durdurulduğunu. Yani küçükken hatırlıyorum, seçim günleri sokağa çıkma yasağı olurdu o zaman köprüde kuş uçmaz kervan geçmez...
Zirve'de erken ayrılıp biraz deniz havası soluduktan sonra, eve doğru giderken epey goygoy yaptım ama az önce Tarçın metrobüste yanındaki adamın bir paket taşıdığını ve acaba bomba olup olmadığını sordu. Halbuki akşam yemeği nerede yemeliyiz acaba falan bu gibi saçma şeyleri konuşmalıydık. 
Ülkesi yerle bir olmuş insanlar aramızda dolaşırken Beyrut'luğa giden yılların içinde yol almak hafif de olsa korkutuyor sanırım. 
Sonra işte inovasyon, marka algısı, duygu yaratmak, insanların kalbine dokunmak, çalışmak en iyi ibadettir, bilgi özgür kılar, ben çalışanlarımı hep geliştiririm, benim kadar inisiyatif alan yoktur, insanlara da değerli olduğunu hissettiririm, ESFJ'yim ben. Hah bir de hep empati hep empati. 


Yoruldum blog. 

Kabul et, insan iyi fikir değildi. 

9 Mart 2016 Çarşamba

ZARA bir mağaza olarak değil Sivas'ın bir ilçesi veyahut şarkıcı olarak kalmalıydı belki de

yaptım yaptım yine aynısını yaptım, Zara'dan aldığım ayakkabıların biri 38 diğeri 39 numara gelince 1 hafta sonra zaman bulup değiştirmeye, olmadı iade etmeye karar verdim. Aslında iade etmek falan da istemiyorum. Neyse sabah Eliot ile buluştum, okul arkadaşım, lisanstan arkadaşım, İstanbul'da yeni açılan bir otel, gayet bildiğimiz, GM pozisyonu için iş teklif etmiş, bizimki pas vermiyor. Kariyerine farklı bir alanda devam edecekmiş: DANIŞMANLIK
Geçen ay geldiğinde eğitimcinin eğitimi ile ilgili programları sordu, ben de twitter'da izleklere sordum, kimse sallamadı ya beni...
Yeni web sitesi hazırlamış, eğitim programları, sertifikalar, reçeteler... Yalıda şahane bir kahvaltı yaptık, öğlene doğru işimiz bitti, ben doğru Buyaka'ya yollandım beyaz yakalıların yemek arasında kasalar feci durumda. Gittim ve bu ayakkabı numaraları farklı dedim. 3 tane dongoz sırayla "Bu mağazadan mı alınmış" dedi, yok başka mağazadan aldım ama denyoluk olsun diye size getirdim dedim, sakin kal Coco, iyi davran bu insanlara, onlar aslında moron değil diye iç sesimle telkinde bulundum kendime ÇÜNKÜ BUNU İKİNCİ KEZ YAPAN ONLAR DEĞİLDİ!!!!!!!(onlardı)
Palladium mağazasına giderseniz göreceksiniz ki kasaya geldiğinizde ayakkabı tekleri kontrol edilir, aldığınız ürünün bedenini sizinle eşleştiremediyse göz kararı "hediye miydi?" kalıbıyla kibarlaştırıp, bu beden sana olmaz gibi şüşko demez algıya oynarlar. Yine de depodan gelen ayakkabıyı, önce depodaki çalışma arkadaşları, sonra sizinle ilgilenen satış danışmanı daha sonra da kasadaki çalışan kontrol eder ve ekstra kontrolünüz gerekmez. Bu konuyu neden mi uzatıyorum? Sence?????????

İş süreçlerinin iyileştirilmesi

İşim gereği dokümantasyon, kontrol listeleri, iyileştirme geliştirme, iş akışları, müşteri deneyimi iyileştirme gibi konuların üzerinden haftada 3 kez geçildiği içindir belki. Bu tip hikayeleri anlatan adaylar yüzünden ya da işimi iyi yapmaya çalıştığım için de olabilir. Tek istediğim o şapşal ayakkabılara sahip olmak olduğu için de olabilir. Getirdiği ayakkabı tekinin üzerinde çizik olduğu için zaten depodan yenisine bakılmıştı, aynı çizik ayakkabıyı getirdiler, iade istedim. Mağazada kuzenim Miro ile karşılaştım, hafta sonu yapılacak okazyon için hediye bakıyordu, beni de sürükledi, sonra bir pantolon 3 bluz aldım, renkleri farklı modelleri aynı 3 bluz. Sonra aklıma başarılı insanların hep aynı kıyafetleri giydiği geyik blog yazısı geldi, gülümsedim. Hayır dostum sadeleşmeye çalışan bendim, tüketim toplumunun en motive bireyi, renkler cümbüşünde kaybolmuş bir bahar tanrıçası olmadı polka desenlerle süslü kıyafetleri ile adeta dönem filminden çıkmış bir süper kahramandım. Lakin bir şey satın almazsa ölecek hastalığım devam ediyordu. Şu anda tek eksiğim kayak takımı, o da bu mevsimde alsam mı bilemiyorum, kararsızım yani. Başarılı sayılırım, aynı tişörtten bir dolap dolusu da alıyorum. Gök Tanrı çarşınıza pazar versin sevgili paçozlar. İstesem de tapınak hayatı yaşayamayacağım çok belli.






Kapsül Gardrop olayı bende de var, tek sorun ise kapsülün dışında bir gardrobumun daha olması, sadeleşmek bu deyil -_-
An'da kalamıyorum, gelecekte falan kalıyorum ben ya. Mesela 3 saat sonra gideceğim mağazada yarın yağacağım toplantıda, haftaya gideceğim filmde. Karar alma süreci, her gün yeni kıyafet kombini kararına düşmemek, kafayı daha iyi kullanmak için kapsül dolap diyorlar da o iş hiç öyle olmuyor. Amelasyondan kurtulup fütürist falan mı olsam, bizim gibi insanlar geçmişte saplanıp kalmaz Coco. 

Yeni kitabım: Tapınakta İK ile tüm havaalanı kahvecilerindeyim.

Yazının fon müziği: Kamuran Akkor-Falcı



7 Mart 2016 Pazartesi

Funofis

Hello Blög,

Sen n'aber ya? Son zamanlarda seninle ilgilenemiyor değilim, taslakları temizlemek, normal hayatıma devam etmek, görüşmeler, zirveler, eğitimler derken işte yine buradayım.

Şimdi seninle ve çok değerli İzlekler ile veeeee blog dışı dünyalılarla Funofis'i konuşacağım.
Meslektaşım sevgili Selin Yetimoğlu'nun yeni markası. Sizler tabii bilmiyorsunuz, oysa ben öyle miyim? Bundan yaklaşık 4 yıl önce bu fikrin hayata geçmesi için karma çalışıyordu. Selin o zamanlar yurt dışında, Türkiye'ye geri dönecek, sonra bir danışmanlık firmasında daha sonra kurumsal bir yapıda çalışmaya başlayacaktı. TEDx konuşmasında en ön sıradan izleyecektim, oooops biraz hızlı gittim... Gerekli ortam şartları olgunlaşınca çok leydi bir hanım bayan olarak girişimci kimliği ile beyaz yakalı dünyasının enerjisine enerji katmaya gelecekti. Süreci yakından takip ettiğim için şanslıyım.

Farklı bir şekilde geldiler. Mutluluk, eğlence, ofiste nefes alma, farkındalık yaratma, kariyer... Evet bildiğimiz kelimeleri kullanıyorlar. Çalışmaları butik, şaşırtıcı, tailor made, renkli, keyifli, ne çok uzun ne çok kısa, tam olması gerektiği gibi. Ne demek bilmiyoruz? Anlatıyorum, işte öğrendiniz. Ekip güzel, ilgili, enerjisi yüksek, hızlı, ulaşılabilir, zekiler bir de büyük resmi falan görüyorlar, müşteri odaklılık, analitik düşünme bunları biliyorlar. Ve daha niceleri. Ben tanıdım siz de tanıyın hatta #tanıyınsevin

Coconut beğeni endeksine göre puanları çok yüksek. Eğitim, mutluluk, eğlence anlayışına yeni bir soluk getiriyorlar, iyi ki geldiler, çok bekledim. Beklediğime değdi.




İş yerinde eğlence kültürünü değiştirmeye, bal yanaktan almaya geldin.


Büyükler Ligi'ne hoş geldin Funfofis! The great work begins!

Always yours,

Coco

6 Mart 2016 Pazar

Gabriele Boretti

İnsan gerçekten hayret ediyor, futurizm rocks diyerek 2014 Venedik bienali için kurgulanmış efsane birkaç fotoğraf paylaşmak isterim sizlerle, elbette nette gezinirken buldum. Hayır Ankara için böyle bir şey yoktu, olsa da bene nah?
yıl 2064, buyursunlar;

mesela bu adacık yüzse falan