İzlekler için Sosyal Medya

ınspector clouseau

30 Mart 2017 Perşembe

Yeni Patronunuz Ramazan Davulcusu mu?

Yazının fon müziği: Cold Hard B-Jet





Zamanın birinde bir profesyonel şu aralar çok konuşulan bir iş adamının şirketi için görüşmeye gitmiş. Nasıl biri diye sormuş İK'cıya, o da valla çok iyi biri davul çalıyor bazen gibi bir cevap vermiş. Alıntılayamıyorum çünkü tweeti silmişler. Gece boyunca mide ağrısından kıvrandım, mevsimin bu döneminde olduğu gibi stres yaşadığım dönemlerde halıyı tırnakladığımı biliyorum. İnsan çok saçma bir fikir yea.


İş değiştiriyorsun önünde mini soru işaretleri var:


  • Yeni ofisin eskisini aratacak mı?(Neden ofisten başladığım konusunda hiçbir fikrim yok, ergonomi hayatımın her anında çok önemliydi, aslında bir fikrim varmış.)
  • Yemekler iyi mi?
  • Daha iyi bir ücret paketine mi yer değiştirdin?
  • Daha mutlu olacak mısın? Bu sevdiğin iş mi?
  • Potansiyelini ortaya koyabilecek misin?
  • Ardından yeni yöneticiler gelecek mi, birilerini yetiştirecek misin?
  • Yeni patronun eski patronunu aratacak mı?
  • Başarı dediğin şeye ulaşabilecek misin?
  • Birilerini harcamak durumunda kalacak mısın?
  • Birileri seni harcayacak mı?
  • Bundan daha fazlasını yapabilecek misin?
  • Adın efsane gibi dillerde mi olacak?


Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. İş görüşmesini işe alımcıyı tatmin etmek gereken savaş meydanı gibi görüyorsunuz. Olay danışmanı, işe alımcıyı, yöneticiyi(fonksiyon yöneticisi), ceo'yu mutlu etmek değil, bu iş bir beğeni uğruna yapılmıyor. Tekrarlamakta fayda var, sen belirli bir süreliğine,
1-2-10-15 yıl yeteneklerini kiralıyorsun, onlar da maaşını veriyor. Marka ile kendini bağdaştırıyorsan, duygusal bağın falan varsa marka elçisi gibi yürüyorsun. Aksaklıkları sahipleniyorsun, hataları kucaklıyor ve daha iyi hale gelmesi için çabalıyor, zamanını satıyorsun.
A! Bu arada çok mutlu olabilirsin, huzurlu olabilirsin, sabahları işe gitmek için nedenin olur, faydalı hissedersin, katkıda bulunursun, ait olursun bir şeye, hizmet etmenin verdiği tatmin mmmmh.
İK çok rerörerörerö, işe alım çok rerörerörerö
Ya kusura bakma ama senin ortalama zekana bırakamayız bu işi. Nasıl berbat edildiğini, nelere mal olduğunu, insanlara ne travmalar yaşattığınızı görmüş bulunuyoruz. İşi profesyoneline bırakın. Hayali bir durumu sorgulayan görüşmeci hayali bir cevap alır, yetkinlik sorgulayan somut davranış örneklerine ulaşmayı amaçlar. Ayrıca hepimiz yalancıyız bazıları daha iyi yalan söyler, bazıları daha kötü.
Taylor'un vida döneminden alalım, Ford'un T modelinden bu yana alalım. İşe alımı yetkin kişiler yapsın, bu insan firmayı da temsil ettiğini de unutmasın, markanın elçisi olduğunu unutmasın, ne bileyim şirketini ballandıra ballandıra diğer insanlara anlatıyor olabilir ancak dandik bir mülakat süreci yönetmesin, sonra biz onların sıvadığı meseleleri düzeltmek için ekstra efor sarf etmeyelim.


pinterest'ten buldum




Yeni işinizdeki yöneticiniz, üst düzey yöneticiniz falan işte;
Sizi geliştirecek, alan yaratacak, psikolojik alt sınırınızın üzerinde ücret paketi paylaşacak, dinleyecek, harikulade bir terfi yolu oluşturacak(yetenek havuzu falan diyorum, liderlik uzay), karar almada katılımınız için sizi cesaretlendirecek+destekleyecek, mentorluk yapacak, zorlayıcı görevler verecek. Bilinen en popüler beklentiler buna benziyor. 

Ünlü bir filozof olan dedemin(James Goldsmith) de dediği gibi:
If you pay peanuts you get monkeys

Yıl olmuş 2017. Kendinizi tanıtmak zorundasınız, kendinizi temsil etmek durumundasınız, iş görüşmesine sizin yerinize anneniz gitmeyecek zaten gitmesin de. Tanrım! Aklıma ETS'deki kadın geldi, adayların annelerini arayıp çocuğunuz nasıl bir çocuk onu işe alalım mı diye araması geldi. Bu ülkede çocukların göbek bağları 35 yaşına kadar kesilmediğinden anne bağımlı çocuklar etrafta salınıyor. Öyleyse, hayata dair bakış açınızı, vizyonunuzu, beklentilerinizi karşı tarafa anlatmak için ne duruyorsunuz? Şimdi değilse ne zaman? Mızırdanmayın, kendi seçimlerinizin sonucuna katlanacaksınız. Davul çalan bir patronunuz olmasını istiyorsanız çıkışlar sağdan, daha anlamlı bir şeyler istiyorsanız soldaki kapıyı açın.
Guyz, ölmüş eşek kurttan korkmaz, esen kalın.

Kötü kararlarınızın ve onulmaz yaralarınızın Azizi,
Coco

23 Mart 2017 Perşembe

Şirket Kütüphanesi

Hello weirdos, yazının fon müziği Zeki Müren'den.

Sevgili Günlük,
Aklımıza mukayyet olmamız gereken günlerdeyiz. Sabahları 7 civarı uyanıp öksürüğümün geçmesini bekliyorum. Deli gibi çikolata yiyorum, beklemede olan kitapları okuyorum. Bir yandan danışmanlık devam ediyor, bir yandan da kariyerini mahveden sevgili dostların istedikleri noktaya gitmeleri noktasında mihmandarlık yapıyorum. Çok yorucu.
Bu hafta sadece 1 kez yürüdüm, sümüğün etkileri halen devam ediyor, neye uğradığımı anlamadan yere yapıştıran bir hastalık dönemi geçirdim. Aşırı oğlaklık ve düzenli beslenme işe yaramadı hatta ilaçlar bile ilk 2 gün işe yaramadı. Allahım ne büyük acılar.
Mailleri temizledim, dolapları ayıkladım, kışlıkları kaldırdım, yazlıkları ve özellikle bikinileri özenle yerleştirdim.
Bugün kitaplar hakkında konuşacağım, kitapları normal şartlarda okullara falan bağışlıyorum, en son eylül ayında bir sadeleştirme yaptım, 4 sırt çantası kitabı sahaflara götürmeye karar verdim, ulu bir amaç için kullanacaktım. Şubat 2017'ye kadar 4 sırt çantası kitap benimle gezdi, neden mi? lksdaşslkdjşlsdkfj, utandım. Olm sahafa gidemedim, kitaplar kaldı öyle. Sonra onları şehrin farklı yerlerine koymaya karar verdim, mangal mevsimi geliyor iyi olur yorumu aldım. Böhühüh.



Sabah sebze suyunu içtikten sonra Aşk-ı Memnu'nun 1354. kez yeniden yayınlanan bölümünü izledim. Alışverişe gitmem ve tavuk, peçete, kahve, süt ve daha nicelerini almam gerekiyordu. Hayret, bugün avm'ye değil normal dükkanlara gidecektim. Derken korkunç manzara ile karşılaştım, biri arabanın camını kırmış halkımız moraller sıfır, sıfır, sıfır. Bir perşembe daha ne kadar sefil olabilir? Soru retorikti, bildiğiniz gibi perşembe günlerinden nefret ediciliği kariyerim hala devam ediyor.
Son günlerde kariyer, 2. kariyer, 3. kariyer üzerine düşünmeye devam ediyorum. Modum görsel sanatlarda bir şey yapmış olmam gerekiyor kısmında yoğunlaşıyor. Kuzenim geldi geçenlerde uyku tedavisi devam ediyor, uykusunda yürüyor falan, kendisi mimar, arkeoloji okumalıydın ya da sanat tarihi diye giriyor lafa(orta okuldayken sanat tarihi dersi alıyorduk damardan girdi). Peyzaj okusana ya da iç mimarlık beraber iş yapalım falan diye devam etti, ofis açtı, projeler sıraladı, oh Tanrım bu nasıl bir motivasyon.
Neyse yeşil çay yaptı içiyoruz. Telefon çalıyor...
Arayan bff'lerimden Leo, kafası çalışan birisine ihtiyacım var dedi. Genelde fikrime ihtiyaç duyduğunda zekama övgüyle başlıyor ve bundan rahatsız değilim.

Acil durum: Şirket Kütüphanesi kurulacak.

Oh my God! Bir klişe!!! İK departmanının akademi ile imtihanı, eğitim ile imtihanı, işveren markası ile imtihanı, kültür ile imtihanı. Ve her ik departmanının geldiği nokta, onlayn eğitimleri de atadığımıza göre artık bizim de bir kütüphanemiz olmalı.

Geçen yıl ben bu kitaplarla gidip gelirken, direktör(hani şu personelci kıza sen de folloş olmuşsun, bulursun kiranı ödeyecek birini diyen İK'cı öküz), bir dinlenme, kaynaşma, hedö hödö alanı yapılmasını istedi. Pazarlama'dan tasarım yapmasını istemiş, ortaya çıkan kurumsal renklerin dandik bir Selim Bey tasarımı ile kombin edildiği leş bir alan. Kitap lazım, görevi asistana pasladık. Vizyonerliği uzay olan üst yöneticimiz totalde 100 kitap istedi, her kitaptan 5 tane alınsınmış falan, neyse asistanda panik atak var, önce onu sakinleştirdim, sonra istersen öneride bulunabilirim dedim.
İşin eğlenceli tarafı online kitapçılarda gezinmek, instagram'dan bir grup önerdim, takip edenler biliyor:  #coconunefsanekütüphanesi

Leo'nun sorusu şuydu, hangi romanları alalım, best seller önerelim mi, takibini nasıl yapacağız?
Takip mi? Camooooonn. Geçmişte bir yolculuk yaptım, çalıştığım şirketler 10K ve üzeri personele sahip, belirli bir düzeyde kültür sahibi çalışanları olan şirketlerdi. İK'cı olarak fanilerin çektiği dertleri çok çekmedim, so aynı İK'yı yapmıyorduk da. Anlatmaya başladım;

  • Bir önceki şirkette ağırlıklı olarak caselerin olduğu kitaplar okurduk ve ortak alanda kitaplığımız vardı, herkes takımın gelişmesini arzu ettiğinden birbirine kitap önerir, getirir, tavsiyede bulunurdu. Kitapları takip etmezdik çünkü sorumluluk sahibiydik ve okuduktan sonra geri gelirdi. 
  • İki önceki şirket, mavi yakalı çalışanların gelişimi için ayrı bir alan oluşturduk, sahadaki kütüphane ayrıydı genel merkezdeki ayrı. Takip sorunu yaşamıyorduk. 
  • Üç önceki şirket hayvani boyutlu bir teknoloji şirketiydi ve Bertolt Bretch'ten başla, Drucker'dan çık, çeşitlilik şapşahane idi. Yalnız ben böyle devam edeceğim ve burada anlatmaya çalıştığım şey, tüm bu sürecin içselleştirildiği ve kütüphane müdürü olmadan da kitapların geri getirildiği ile alakalı. Leo'nun çalıştığı şirket, kültürü belki de sektörü ile ilgili olabilir soru işareti, ya muhasebedeki kız kitabı geri getirmezse? Kaşe mi basmalıyız? Woww wooww wooww, vallahi haram. Önerim şu oldu, kitabın iç kapağına veya ön tarafa sticker yapıştır, sevimli olsun, kütüphanenizin adı varsa onu yazın üzerine. Kitabın takibi için personel istihdam edebilecekseniz, engelli bir personel yerleştirilebilir, bütçeniz var mı falan diye yardırdım. 400 kitabın olacağı bir kütüphanecik için tantana çıkarmam. 
  • Dört önceki şirkette sadece İK'ya kütüphane hazırladık, onda da sırf kendi kendimizi eğlendirmek için satın alma sürecini başlattık, bunu da alın bize, bunu da alın, bunu da istiyoruz derken, kitapevleri ile yazıştık, bize hayvan gibi listeler ve indirimler gönderdiler.
  • Beş önceki şirkette kendi kitap dolabım vardı. 
  • Altı önceki şirkette eğitim departmanındaydım, sınav kitapçıkları falan basıyorduk. Gördüğünüz gibi olay İbrahim Müteferrika'ya kadar gider. En sevdiğim baskı makinesi de Heidelberg'tir. 
Pekiyi Sevgili Coco, hangi kitabı alalım?

Ben de bu soruyu sormanızı bekliyordum. Şaka şaka beklemiyordum.

  1. Guyz! Liderlik kitaplarının her türlü gideri var.
  2. Stephen Covey- Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı gibi kitaplar mesela, Tarçın bunları okuyup ezbere sayardı. Sen şimdi 3. evredesin falan.
  3. Birkaç spiritüel kitap ekleyin. Doğu mistisizmi, kapitalist düzenin yeni ürünü olarak hayatımıza giren nefes alma biçimleri, yoganın 75. seviyede estetize edilmesi, secretvari quantumlama banko. Plaza hayatı beyaz yakalısının vazgeçilmezi. Condensed milk, çiya tohumu falan bunlar kitap okurken önemli.
  4. Anne-çocuk, ebeveynliğe övgü, çocuğum dünyanın en akıllı dahisi içerikli şeyler mutlaka olsun, hep olsun. Yanında şirket psikoloğu verin, yanında da diyetisyen.
  5. HBR'ın dandik cep türü özet kitapları olmazsa olmaz. Lider olmaz doğulur, hayır doğulmaz sonradan olunur, siz aslansınız, kaplansınız.
  6. Sanat topluluğu, tiyatro grubu vb. oluşumlar var ise Shakespare'ın Hasan Ali Yücel serisini mutlaka alın, Moliere'ler, Bretch'ler must.
  7. Roman, mmmmhhh çok emin değilim, amaç vatana millete hayırlı olmak, çalışanlara okuma alışkanlığı geliştirmek mi? Amaç kişisel gelişim ayağına yıllık hedeften skor almak mı?
  8. Mühendisler için teknik kitaplar mutlaka olsun, sektörel yayınlar olsun, dergiler olsun ama kimse okumasın anlaştık mı? Benim için mimarlık kitapları kafi. Mediacat kitaplarım için ayrı bölüm isterim.

Mükemmele ulaşmak için istekli, obsessive bir iş arkadaşımıza görev verelim, en iyi kitap dizilimini o yapsın, renklere göre mi ayırır, içeriklere göre mi bilemiyorum.
Evet, tüm amelasyonu yaptık, satın alma kitapları getirdi, inşaat pislikleri temizlendi, raflara şirket bayraklarından konuldu, plastik bitkiler, abidik gubidik bambular falan hazırsa, şampanya eşliğinde kütüphane açılışınızı yapabilirsiniz. Kitabın takibi konusuna takılmayın. Yetişkinlerle çalışıyorsunuz, İK'cılarınız(işe alımcı olanlar) şirket kültürünüze ve değerlerinize uyum sağlayacak birilerini işe almıştır zaten. Giden kitaplar geri gelmiyorsa prosedür yazın kıskıskıskıskıs. Dalga geçiyorum elbette. Giden kitaplar gelmiyorsa bırakın zaten sizin hiç olmamıştır. Send to all diyerek, konusu sizi çok özledik konulu mail atın, kılıfına uydurun, bu harekete plaza dilinde "Arkadan ücretini gönderemeyen var mı?" hareketi denir.

Üniversitede dişlerini yaptıran bir teyze vardı, kütüphane görevlisi, dünyanın en ciddi işini yapar gibi yapardı işini. Fısıldama yasak, kitap sorarken çekinerek soru sormak default yükleniyordu. 1. sınıftayım Alamut Kalesi'ni okuyorum, süreyi uzatmak için gittim bir gün ağzında maske, geçmiş olsun dedim, maskeyi indirdi azarlar gibi teşekkürler dedi, oha ağızda kompile diş yok. Fırk diye güldüm tabii, gözleriyle öldürdü beni, siyah boya saçları, öldürücü bakışları ve dişsiz ağzı ile 100 yıl kadar uzun bir sürede kitabın adını girdi, fiftem yavaf dedi, anlıyorum dedim. İşine saygı duyuyordum ama kütüphanenin duvarlarında benim okula hediye ettiğim tablolar, raflarda bağışladığım kitaplar vardı ve bu kadar kötü bir muameleyi hak etmiyordum, belli ki kültür sanat mantarı bir insandım. İstanbul'da olsak sorardım ben sana diyordum içimden. Fizik dönem ödevi için Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde fink atıyordum ben teyze, senin kadar antik bir insanı en son oradaki kitaplarda yer alan heykel resimlerinde gördük!
So, özgürlük iyidir. Şirkette kitap alıp da vermeyenin terfisi geri alınsın, departmanı kapatılsın, amin!

Zeka Küpünüz, akıl ve fikir ihtiyacı olanların Tanrısı,
ve bir de Şirket Kütüphanesi Küratörünüz(harikulade kitap listeleri ve reklam işbirlikleri için...)
Coco of İskenderiye