İzlekler için Sosyal Medya

ınspector clouseau

1 Nisan 2016 Cuma

Neden Harikulade Bir Kariyeriniz Olmayacak?

Hellö blög, merhaba İzlek.

Çok yoğun bir haftaydı. Son çeyreğe hatta son yıla bakalım bu kadar çok çalıştığımı hatırladığım bir hafta daha yok.
Status bilgilendirme yapayım; kısa süreli hedeflerimde bir sapma yok, çok uzun cümleler yazıyorum onları kısaltmak lazım... İş-güç tıkır tıkır gidiyor, orta ve uzun vade hedeflerde sıkıntı var, oturup bunun üzerine çalışmam gerekecek. Sevdiğim işi yapıyorum, genelde seveceğim işleri yapmaya yöneliyorum/ bu durum ileride beni kısır döngünün içine doğru götürür mü?
Göreceğiz. Pratikte bu duruma kariyer kısıtı, limitli yükseliş, şakaklarıma kar mı yağmış sendromu gibi isimler de takabiliriz. Tabii ki tabbiiğkiii ben uydurdum.
Hemen her yıl mart ayında abidik gubidik şeyler olur hayatımda, supersonic kararlar alır, hayata geçirmem, bu bir klasik. Bu kez:

Hani dolapları, kitapları, kıyafetleri, takıları temizlemeye girişmiştim ya, ve bu neredeyse tüm yıla yayılıp bir son bulmuyordu, hikayemiz bununla başlıyor. Hediye gelen nevresim takımlarını kullanıma açtım, yıkandı, ütülendi, bahar temizliği adı altında tabloları ayıkladım. İşin komik tarafı biten ama buluşamadığımız için teslim edilemeyenler falan var. Bazen canım isteyince, kafama esince, bazen boş zamanımın çok olmasından dolayı, bazen de üniversitede kimi günler çok sıkıldığım için resim yapardım. Benim için bir tutku falan değil, üzerinde düzenli çalışmak zorunda değilim falan o yüzden. Bana göre herkes resim yapabilir, aslında istediği şeyi de yapabilir. Konservatuvar(müzik tarafı için) sınava gidip, beklemekten sıkılıp eve dönen biri olarak konuşuyorum. Yan flüt çalacaktım halbuki, sanatçı olacaktım. Aylarca okulda piyano eşliğinde ders alan ben sevgili annem Lou'ya sıkıldım gidelim dedim, emin misin diye sordu. Olm orta okul seviyesi bir bilinçten bahsediyoruz, validem ve pederimin en hoş yanlarından biri buydu, seçenekleri ortaya koyar, ne yapmak istersin diye sorarlardı.  So seçimlerimizden hep biz sorumlu oluyorduk, her şeye rağmen yanımızda olmaya devam ediyorlardı.
Alternatif maliyet dediğimiz olay bir vazgeçiş, geride bıraktılarımızdı, bunu da değerlendirmemizi isterlerdi. Ve son kez sorarlardı, bu kararı almaya ve diğerini geri dönüşüm kutusuna göndermeye emin misin? Hayatının geri kalanına hazır mısın?

Neyse. 
E tabii benim de sevdiğim ressamlar var, Ivan Aivazosvki, Jackson Pollock, Dali, gördüğünüz şahane seçimler, ben hep kültür sanat.

Tanıştırayım;




Fausto Zonaro, İtalyan bir ressam, sevgilisi Elisa ile oturup karar veriyorlar, kitap okumuşlar İstanbul çok çekici gelmiş kendilerine veeeeee öyle çok sayılmayacak bir para ile gelmişler bu şehre. İlk geldiklerinde  fazla kazanamamış, Elisa kendisine destek olmuş, daha önce gelip çevre edinmiş falan, finansör mü diyelim, aşkına sahip çıkma, uzun vadede başarılı yatırım planı mı diyelim yoksa büyük resmi görme yetkinliği mi, siz karar verin.
Buraya geldiğinde 37 yaşında, 3. sınıf bir biletle geliyor, öyle konsolosluk davetiyesi falan yok. Suluboya eserlerini satmış, günlük İstanbul hayatına karışmış, kahvehanelerde oturmuş, derdini anlatacak, sipariş verecek kadar Türkçe öğrenmiş. Sempatik bulmuşlar bu adamı, her gün 7-8 fincan kahve içmiş, esnaf ısmarlıyormuş ona. Zeliç Kitabevi tablolarını 1 liraya satmaya başlamış...
İşgüzar bir zaptiye "haram bir iş yapıyorsun." diyerek kendisini nezarethaneye atıyor, Yıldız Sarayı ve Eyüp'ten uzak durmak şartıyla salıyorlar. Gerçek bir Osmanlı / Türk gibi konuların içine girip, günlük hayata dair resimler yapıyor. So klasik oryantalist ressamların kalıplarının dışına çıkmış(şöyle düşünün expat olarak bir ülkeye giden liderin lokal kültüre uyum sağlaması ve fark yaratması). Ele aldığı konular bakımından İstanbul'un o zamanki yaşamına dair belge niteliği taşıyan resimler yapmış. Abdülhamit döneminin sert dünyasını zarif bir şekilde daha modern ve Avrupa'ya yakın göstermiş. Teşrifat Nazırı Münir Paşa'yı aracı olarak kullanıp Sultan'a resim gönderdikten sonra, çok beğenilmüş ve  4 mecidiye altını yollanmış kendisine. Bir çeşit ödüllendirme diyelim, belki de kendisine zorlayıcı ve ulaşılabilen- smart hedefler koymuştur kendisine, ne dersiniz?

Efenim gel zaman git zaman, Akaretler'e yerleşmiş, saray ressamı olmuş. İlişki kurmuş, ilişki ağını genişletmiş, günlük İstanbul yaşamına, orduya / Ertuğrul Süvari Alayı'nın Galata Köprüsü'nden Geçişi falan / saraya dair resimler yapmış. Saray ressamı ölünce Ertuğrul Alayı'nın tablosunu göndermiş,  Sultan 2. Abdülhamit çok beğenmiş, bunun üzerine yeni saray ressamı olnuş, bombelere gel adeta bir Blair Waldorf. Mmmmhhhhhh gördünüz mü, boş pozisyonlar o zaman da varmış, cv olarak yağlı boya tablo düşünün.

Meşrutiyet Dönemi: Bir gün yolda giderken dönemin padişahının bir afişini görmüş, zaman zaman padişah hazretlerine portresini yapmayı teklif edermiş  lakin bildiğiniz gibi Osmanlı'da o dönem resim yasak yani mmmmhhhhhh İslam ülkesi olmak hep zormuş. Kibarca isteği reddedilmiş, katı dini kurallar var.
Bir kez daha şansını denemek ister, mektup yazar, halkın Sultan'ın gerçek resmini görmesi gerek falan der, Abdülhamit kabul eder. 
İstanbul'daki devlet adamları, yabancı diplomatlarla yakın ilişkiler kurmuş, atölyesinde hem ders vermiş hem tablo satmış, kendi başına bir kurum gibi çalışmış, bakınız aynı zamanda bir girişimci. Nazım Hikmet'in annesine özel ders verirmiş, ay çocuklar sizinle dedikodu yapmak ne kadar güzel ya.
Derler ki Fatih'in İstanbul'a Girişi isimli tablo Hasan Rıza tarafından yapılmıştır, 7 yıl sonra da Fausto Zonaro reprodüksiyonunu(yani bir resmin birebir kopyası) yapmış, Fatih'in soluna da yeniçeri olarak kendini çizmiş. Bittabi şehit düşen Edirne Erkek Sanat Okulu Müdürü Hasan Rıza Bey... diye yazan mezartaşı bir başka hikayenin konusu.

Yerli halkın alışkanlıklarını benimsemiş, kişiliği de buna izin vermiş, günlüklerinde öyle yazıyor:

Dilerim bana gayretli bir sanatçı desinler...


Yetenek, şans, istikrarı sağlamak adına çok çalışmak, networking, gözlem, değişime uyum sağlama, araştırma, aşk, mobilite ve gizemli doğu yani İstanbul.

Canım hiç öpmiyim(öpmeyeyim), sergiye hazırlanıyorum.  Şaka şaka, bu yazıyı bir gün yolda yürürken sen sergiye mi katıldın deyip beni bir baştan ayağa süzen Levent'e armağan edeyim.






Kimse bana hayatım çok zor demesin, siz hiç 15. asır zırhı boyamak zorunda kaldınız mı?  At çizdiniz mi, o atın kaslarına gölgelendirme yaptınız mı? Yaptınız da bana mı yaptınız?
Uzayınız, sağdan uzayınız, belki para bulursunuz.

Hah! Unutmadım, tabii ki sizi deniyordum. Temizlik bitti, kıyafetlerimi gruplandırdım, eskileri ayırdım, kışlıkları kaldırdım,  Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'un kapılarından girişi tablosunun yandan yemiş hali de bitmek üzere, raporlar da bitmek üzere, yeni proje başlamak üzere.
Hayat bana güzel, size de güzel olması için anlattım bunu. İstediğiniz işte çalışmıyor olabilirsiniz, istediğiniz şehirde ya da galakside yaşamıyor olabilirsiniz.
Hiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiç bana anlatmayın.
Ne kadar çıktınız konfor alanınızdan?
Ne zaman hayal kurdunuz en son?
Ne kadar zorladınız kendinizi?
Yeni bir okazyona katılıp networking yapmayı denediniz mi?
Neleri değiştirdiniz hayatınızda?
Hangi davranışlarınıza odaklanıp, üzerine gittiniz, teknik eğitim tamam da davranışsal odağınız nasıl kuzum?
Ne kadar çalıştın? Çok mu? Uf mu oldu?

Kusura bakma, sen adım atmadığın sürece, Dünya ayaklarının altına serilmeyecek büyük bir ihtimalle.  Harikulade bir kariyer istiyorsanız, bunun için çaba gösterin. Sonra gelip mülakatta ağlıyorsunuz ben n'apim? Sonra İK çok rerörerö, e ama sen değilsin.

Fazla Lapis Lazuli'si olan var mı, boynuma takacağım. Yetenek sivilce olsa sizin cildiniz pürüzsüz olurdu. Kimse bu yazı kariyer ile ilgili değildir diyemez, haydi öperler.

Resim sınıfından atılan, şövalenin altında kalan kahramanınız,

Coco de Valentine.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder